Yaşanması Gerekiyordu Yaşandı… -Mustafa Lütfi Kıyıcı “Sokak” yazıları…

Yaşanması Gerekiyordu Yaşandı…  -Mustafa Lütfi Kıyıcı “Sokak” yazıları…
Yayınlama: 30.07.2025
166
A+
A-

Yaşanması Gerekiyordu/Yaşandı…

68’li anıları anlatırken Mahir ile ilgili fazla söz etmediğime bir arkadaş dikkatimi çekti. Öncelikle belirtmeliyim ki Aydınlık Sosyalist Dergiye Açık Mektubu yazıp “sol” kamu oyu ile paylaşıncaya kadar bizlerin de teorik görüşlerine önem verdiğimiz bir arkadaşımızdı. Gerçi bu mektuba imza koyan Yusuf, Ramazan ve Ertuğrul sonradan dönüş yaptılarsa da ve sonraki yıllarda Ertuğrul’un açıklamalarına göre de kendisi “Mihri Belliden ayrılmakla hata ettik !” anlamında sözler söylediği konuşulsa da bir dönem Dev Genç çevresinde Mahir Çayan rüzgarı esmiştir.

Firardan önce Maltepe Askeri cezaevinde Mahir ile konuşmamız da ASD’ye Açık Mektup tarzının çok dışında konuşmalardır.
Mahir, SBF öncesi öğrenim dönemini İstanbul’da geçirmiş olmasına, Deniz ile aynı dönemde Haydarpaşa Lisesi öğretmeni Boncuk Ömer’e yapılan haksızlığa karşı eylem yapmış olmasına karşın Ankara’da okuyor olması nedeniyle bizler tarafından Ankaralı olarak tanınıyordu.

Biz onu TİP yönetimini eleştiren Aydınlık ve Türk Solunda yazdığı sert ve doğru yazıları nedeniyle tanıyorduk. Yazıları benimsiyor ve tanımak da istiyorduk.

Bizim konumumuz ise şöyle idi. Devrimci Hukuklular Örgütünü kurmuş, AİSEC Konferansı sırasında Devlet Bakanını protesto nedeniyle Sultanahmet Cezaevine girip çıkmış sonraki günlerde İstanbul Üniversitesinde İşgal ve Boykot hareketlerini başlatmış ve yürütmüş daha sonraki günler de Devrimci Öğrenci Birliğini kurmuş ve ilk eylem olarak Samsundan Ankara’ya, Bağımsızlık için Mustafa Kemal Yürüyüşünü gerçekleştirmiş eylemci militanlar olarak sol kamu oyunda tanınan kişilerdik.

Her eylemden sonra gözaltına alınan özellikle Deniz üzerinde egemenlerin baskıcı tutumunun yoğunlaştığı, Deniz i eylemlerden uzak durmasını temin için babası Cemil amcaya İstanbul Valisi tarafından ve o zamanın MTTB Başkanı tarafından uyarılarda bulunulan bir döneme girmiştik. Yapılan saldırılara karşı Denizi evine nerede ise koruma görevli militanlarla gönderebiliyorduk.
Sokak ortalarında ve okullarda arkadaşlarımızın öldürüldüğü ve meşru müdafaaya zorlandığımız bu günlerde her nasıl oluyorsa silah kaçakçılarının doğal müşterisi olmuştuk ve her tür silaha kolay ulaşır bir ortamda bulduk kendimizi. Dönemi ve vehametini anlayabilmeniz için Hukuk Fakültesinde yaptığımız bir formda açıkça “çata pata!” ihtiyacımız olduğunu açıklayıp öğrencilerden para toplayabiliyorduk.

Ankara’ya otobüsle giderken üç silah yakalatmıştım İkisi Fransız çıplağı denilen Fransız Onlusu diğeri de Star idi. Yanımda sonradan M4 olarak bilinen arkadaşım vardı. Herhangi bir tehlikede silahlar benim diyecek ve beni kurtaracaktı.
Çiftlik durağına geldiğimizde otobüs durduruldu belli ki olabildiğince serbest bir ortamda bulunduğumuzun rahatlığında iken ihbara uğramıştık. Ve tam başımızda bir sivil memur silahların bulunduğu üst taraftaki çantaya el attı ve kimin diye sordu. M4 “Bee Bee..” deyip duruyordu. O beni kurtaracağına “Benim, benim !” deyip ben onu kurtardım. Neticede benim cezaevi deneyimim vardı. O ise çekinmişti.

Sonuç Ankara Ulucanlar cezaevi. Burada Yusuf Aslan ile karşılaştım. O da silah yakalatmıştı. İlk sözü ve sorusu; ”Kıyıcı Steni nerden buldunuz ?” oldu. Meğerse gazeteler de star tabancası Sten olarak yazılmış.

Uzun uzun Ankara ile aramızdaki militanlık durumunu anlatmak zorunda kaldım. Bu sonuç da doğal sayılmalıdır çünkü mücadele biçimini tayin eden bulunduğun ortama göre belirlenir. İstanbul ve çevresi fabrikalarla çevrili iken Ankara hala da olduğu gibi bir memur kentidir.

Bir bakıma teorisyenlerin Ankara’dan bilinen militanların da İstanbul’dan çıkmasının da açıklamasıdır bu.
Şu “Kıyıcı” meselesine gelince Mahir ile tanıştıktan bir süre sonra fark ettim ki pek çok kişi gibi Mahir de bunu soyadım değil de lakabım zannediyor muş! Ben de bazen etrafta “Eşkıya sülalesiyiz !” demiyor değildim. Aslı dede tarafımın meslek olarak kaçak tütün kıyıcılığı yapmalarıdır.

Sık sık Ankara’ya gittiğimizden , geldiğimiz otobüsü SBF Yurdu yakınına park ettiğimizden ,yurda girer girmez Denizin “DÖB Cumhuriyetinin asil evlatları geldi. Hey uyanın!” diye naralandığından bahsettiğim olmuştur…

Durum Ankaralı militan bir kız arkadaşımız olan Işık Alamur’un Nadire Mater’e anlattığı gibi “DÖB’lüler çok şekerdiler. Biz çok hanım evladı gibiydik onların yanında. Baya gözü kara çocuklardı. Onlardan çok şeyler öğrendik!”

Bu gelişlerin birinde Mahir ile yurdun balkonunda otururken üst katlardan birinden için de su dolu naylon poşet üstümüze atıldı. Hem ıslandık hem sohbetimiz konuşmamız yarıda kaldı. O hırsla yukarı kata çıktık meğerse bu devamlı yapılan bir şaka imiş. Oda da sonradan Turgut Özal’ın ekibinden olan kişiler vardı.

Sonra o kızgınlıkla dershanelerin olduğu koridordaki Hür Düşünce Derneğinin panosunu birlikte indirdik. Suç Mahirin üstünde kaldı.
FKF’nin Dev Genç’e dönüştüğü kongrede Doğu ekibine karşı önce önce Kongre Başkanlığı için verdikleri önergeye karşı DÖB kurucusu bir arkadaşımızın başkan olmasını sonra sırası geldiğinde İstanbul Bölge Yürütmesine Doğunun yaptığı müdahaleyi boşa çıkarttık ve asıl darbeyi de İstanbul FKF de görev yapmış olan üç kişinin kongre kararı ile atılmasını istedim ve bu sağlandı. Bu önergelerimin toplantıda açıklanmasını ve savunmasını da Mahir arkadaşımız yaptı.

Bütün bunlar, Kongre öncesi Mihri Bellinin Ahmet Say ile haber gönderip DÖB’lüler olay çıkarmasın demesine rağmen gelişen olaylardır.

Kongre sonrası Mahir ile birlikte Mihri Abinin Küçük Esat’taki evine gidip açıklamalarda bulunup nedenlerimizi gerekçelerimizi anlattık. Bizden kısa bir süre önce Doğu Perinçek evde imiş ve Mihri Abinin çok sonra bana anlattığı gibi ;”Kıyıcı Polis gibi davrandı !” demiş. Hiç umurumda olmamıştı.

Bu süreç zaten bir süre sonra Doğu Perinçek ekibi ile ayrılıkla sonuçlandı. Doğu’ya yakın olan ve DÖB hiyerarşisinde Deniz ile erken tanışmış olmakla oluşmuş benim M2, ve onun M1 olan Gürkan’ın kongredeki etkinliklerime tavır alması üzerine Mahire haber salarak İstanbul’da bir dizi konuşma yapmasını sağladım.

Ertuğrul’un Başkan olduğu kongreye ve daha sonrası günlerde Dev Genç’te Mahir rüzgarı esiyordu demiştim.

Öyle bir ortam oluşmaya başlamıştı ki Mihri Belliyi eleştirmek moda haline gelmişti. Bu eleştiriler Kongrede yaptığı konuşmada somutlaştı. Dev Gençten bir savaş örgütü çıkarmak isteniyordu.
Kongrede Yusuf Küpeli Birinci Başkan ben ikinci Başkandım ve Yusuf, ”Ben anlamam Kıyıcı sen yönet!” dediği için ben yönetiyordum. Mahir ‘in ; hiç kabul edemediğim “politikleşmiş askeri strateji” öneren o uzun konuşmasını o toplantıda yaptı. Ve bunlar devlet aygıtının gözü önünde yazıldı, konuşuldu.

Mahir ile bir ara konuşma ortamı oluştuğunda Mahir şimdiye kadar beraber hareket ettik bu tavrın niye sorduğunda ben de cevabımı vermiştim.
Yıllar sonra bu konuyu T. Feyizoğlu sorduğunda da anlatmıştım ama Feyizoğlu Mahiri haklı çıkaran gerçekle de bağdaşmayan bir şeyler yazmıştı.

Uzun oldu. Devrimci mücadele içinde yer alan her arkadaşımı değerli bulurum. Ancak bir gençlik örgütünden “savaş örgütü” çıkarılmasına da ikna olamam. Gerilla romantizmi farklı somut gerçeklik farklıdır. Birden sosyalizmin A’sını B’sini öğretmeye çalıştığımız genç öğrenci arkadaşlar “gerilla” jargonuyla konuşmaya davranışlarında bulunmaya bizleri küçümsemeye başlamıştı. Sonraları bu burunlarından kıl aldırmayan genç arkadaşlarımız o noktada kalamadılar oradan oraya savruldular.

Bir anımı daha paylaşmak isterim. Sırrı Öztürk Abimiz bu durumu özetle şöyle anlatmıştı Maltepe cezaevinde ; “Hasan kalesine topu diktik öyle atıyoruz öyle atıyoruz ki..Bir de ardımıza baktık ki.. Bütün telefat bizden.” Ancak eleştirisini böyle yapabiliyordu.

Banka soygunları ve fidye olayından sonra bize evini açan güzel insan Halenin kayınvalidesi Suat Ablanın evinde misafir ettiğim ve sabaha kadar konuştuğumuzda da Mahir’in görüşlerine, savların ikna olmadım.

M1 Gürkan’ın Nadire Mater’e anlattığı anılarda göre ,Deniz’e en çok benim sözüm geçermiş (!?). Denize yaşam hakkı bile vermedikleri ortamda bizler onun Filistin’e gitmesi için gerekli ortamı hazırlamış, bizde olan Filistin kimlik kartını kendisine vermiş ve kılavuzu beklemek üzere ODTÜ’ye göndermiştik. Olmadı.

Demek ki yaşanması gerekiyordu ve yaşandı. Bütün 68’li arkadaşlarım daha güzel bir dünya ütopyası için savaşım verdi. Tarihin değerlendirmesi asıldır.. Ve klasik ;”O iyi insanlar o güzel atlara binip gittiler!” diye bitirmek istiyorum.
Yaşanan bizim tarihimizdir ve öğreticidir.

Hoşça kalın.
Mustafa Lütfi Kıyıcı

“Yolun düşerse kıyıya bir gün,
Ve maviliklerini enginin seyre dalarsan,

Dalgalara göğüs germiş olanları hatırla.

Selamla, yüreğin sevgi dolu.

Çünkü onlar? fırtınayla çarpıştılar

Eşit olmayan savaşta

Ve dipsizliğinde enginin yitip gitmeden,

Sana liman gösterdiler uzakta..”
Pierre-Jean de Béranger

Bir Yorum Yazın


Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.