Siz de korkuyor musunuz?

Birer hafta arayla, arka arkaya;
İki önemli sınav,
İki büyük handikap…
biri, “Liseye Geçiş” sınavı,
diğeri, “Üniversiteye Giriş” sınavı…
Gençleri bekleyen “O” koskoca Hayat;
Onları, bu iki sınavla sınayarak başlayacak akmaya,
ve,
“Hadi bakalım düş yollara, ne çıkarsa bahtına artık”, diyecek…
Bu kadar basit yani,
LABRİS* Düşünce Platformu,
bir seri konferanslar dizisi gerçekleştirdi,
Muğla merkez ve ilçelerinde.
“Gençler Geleceğini Arıyor”…
“Abbas Güçlü ile Gençler konuşuyor”…
“Değerli Gazeteci ve Yazar Abbas Güçlü, 40 yıldır üniversitelerde,
TV programlarında, salonlarda gençlerin sesi oldu.
Güçlü, Türkiye’deki eğitim sistemi, sınav süreçleri, mesleki yönlendirme ve gençlerin geleceğe bakışı gibi çeşitli konularda, gençlerle buluşmalar gerçekleştirip onların konuşmalarını ve düşüncelerini paylaşmalarına olanak yarattı”.(basın)
“Gençler, tutunacak bir dal bulamamanın kırgınlığı içindeler.
Liyakata, geleceğe, hakkaniyete olan güvenleri fazlasıyla sarsılmış durumda”, (Abbas Güçlü).
01 Haziran pazar günü, Bodrum’da buluşuldu gençlerle,
Nurol Kültür merkezinde…
Ben de gittim Bodrum buluşmasına, bir “LABRİS*” üyesi olarak,
yaş olarak genç değiliz tabi, sınava da girecek halimiz yok belli ki,
ama en azından davet ettiğimiz ve salona gelen çocuklarımızı, gençlerimizi görürüm, onlara;
“Hoş geldiniz, ne iyi ettiniz, böyle değerli bir konuşmacı, gençler ve eğitim konusunda uzman Abbas Güçlü ile konuşacaksınız, sorular soracaksınız, kendi düşüncelerinizi paylaşacaksınız…”, derim diye.
Salon dolmadı, boş kaldı ne yazık ki…
Abbas Güçlü sahneye çıktı ve gelen az sayıdaki gence,
“Bir kişi bile olsa bu salonlarda, ben konuşmaya, paylaşmaya devam edeceğim”…dedi.
Bir “Deniz Yıldızı” misali,
Hani o, fırtınadan dalgalardan kıyıya vuran binlerce yıldızdan bir tanesini bile olsa, suya atıp hayata döndüren çocuğun hikayesinde olduğu gibi…
Umutla,
Sabırla,
İnançla…
Değerli dostlar;
İzin verirseniz,
Sizlerle paylaşmak istediğim bir hikaye var…
Her okuduğumda beni çok derinden etkileyen ve,
Düşüncenin sonsuz labirentlerinde kaybolmama sebep olan…
Aslında bu sadece “bir hikaye” değil,
gerçek bir doğa olayı, bir yaşam ve ölüm ilişkisi,
bir var oluş ve yok oluş gerçeği,
bu bir kutup ayısının dramı…
Kutup ayıları derileri için avlanırlarmış.
Ama onları avlamak hiç de kolay değilmiş.
Çünkü derilerinin altında, 10 cm kalınlığında yağ tabakası bulunmaktaymış.
Bu tabaka, hem onun buzlu sularda donmasını engelliyor,
hem de bir zırh gibi onu koruyormuş.
Küçük ateşli silahlardan çıkan kurşunların derinlere ulaşmasını engelliyormuş. Bu tabakayı geçebilen güçlü silahlar ise, deriyi patlatmakta ve kullanılamaz hale getirmekteymiş.
Kutup ayısını avlamak için, başındaki özel bir noktaya yakından,
tek el ateş edilmeliymiş.
Ancak bu şekilde onun kıymetli derisi zarar görmüyormuş…
Bu arada kutup ayısının koku alma ve ses duyma duyuları çok güçlüymüş.
Karın altında 1,5 metre derindeki fok balığı kokusunu hissedebildiği biliniyormuş.
Hatta 30 km uzaktaki yaralı bir hayvanın kan kokusunu bile hissederek, avın peşine düştüğü görülmüş.
En ufak bir çıtırtıyı bile duyabildiklerinden,
kutup ayılarına yaklaşmak mümkün olmuyormuş.
Pekii.!
Koklama, görme ve işitme duyuları bu kadar gelişmiş,
kürkü kıymetli bu hayvan nasıl avlanıyor muş ?
İşte bana ilginç gelen kısım burada.
Üstelik, insanı ürperten, hatta iliklerine kadar donduran bir teknik geliştirmişler.
Şöyle;
Avcılar, önce bir baltanın ağzını iyice,
ama iyice keskinleştiriyorlarmış.
Sonra, bu baltayı bir yere sabitleyip, üzerine sapını ve demirini bütünüyle kaplayacak şekilde,
tamamen fok balığı kanı döktükten sonra uzaklaşırlarmış.
Bir süre sonra kan kokusunu hisseden kutup ayısı,
kanlı baltayı kolayca bulup yalamaya başlıyormuş.
Yalarken farkında olmadan baltanın çok keskin olan ağzıyla dilini kesiyormuş ve dilinin kesilen yerlerinden de kanama oluyormuş tabii.
Yaladıkça kanıyor,..
Kanadıkça yalıyor…
Kanı yalamanın doymak bilmez keyfiyle devam ediyormuş.
Ama bu sırada o kadar çok kan kaybediyormuş ki,
bir süre sonra halsiz düşüp bayılıyormuş.
Bunu gören avcılar ona yaklaşıp başına tek el ateş ederek öldürüyorlarmış.
Böylece derisine zarar vermeden avlamayı başarıyorlarmış…!!!!
Ürperiyor insan gerçekten.
Siz nasıl oldunuz bilemem..
Ne acımasızlık.?
Aç bir canlının karın doyurma içgüdüsünden yararlanarak onu avlamak…
Belki avcıların hep yaptığı şey bu…
Ama, beni esas sarsan başka şeyler var.
Son dönemlerde çok enteresan günlerden geçiyoruz, dünya bilim çevreleri Yapay Zeka (AI) ile uğraşırken, biz düşünceyi zincire vurmaya çalışıyoruz.
Gençler;
Döner mi, dönmez mi? bilinmez geriye, ışığa koşan ateş böcekleri gibi gidiyorlar bu canım ülkeden,
hatta yarım asırdan fazla yılda, bu ülkede ne büyük değişimler yaşadık ve hala yaşamaya devam ediyoruz.
Ulu önder Atatürk’ün emaneti;
genç Türkiye Cumhuriyeti;
Emperyalistlerin sömürüsüne “dur” demiş,
Hür ve Bağımsız,
Aklın, Bilginin ve Bilimin ışığında,
Üreten ve ürettiğini eşitçe paylaşan, emeğe saygılı bir Türkiye,
Ulusal değerlere hep beraber ulusça sahip,
15 milyon genç,
Demir ağlarla ördüler anayurdu dört yandan..
Güzelim Köy Enstitüleri…..
derken zaman su gibi akıyor,
…ve kukla iktidarlar, yönetimler,
…ve darbeler…
Gençler;
“Siz düşünmeyin, sormayın, baş kaldırmayın,
biz sizin yerinize düşünürüz, cevaplarız”,
“Siz;
gezin tozun, eğlenin, için, dans edin”…
İşçiler, Emekçiler, Köylüler;
“Siz çalışmayın, yorulmayın, üretmeyin, her şeyin ucuzu bizde”…
“Siz tüketmeye bakın, her şey taksitle”…
Bilim İnsanları;
“Siz araştırmayın, keşfetmeyin, yeni okullar, laboratuvarlar kurmayın”,
“Bizde hepsi var, hazır, isteyen buraya gelsin, tekkeler, dergahlar size yeter”,
Yola devam…yalamaya devam…yalamaya devam…
Sömüren güçler, emperyalistler;
hep böyle yaptılar,
Önce bilgisiz ve kimliksiz bırakırlar, sabırla, yıllarca,
Bilmeyen düşünemez,
Düşünemeyen üretemez,
Üretemeyen gücünü yitirir, zayıflar yavaş yavaş,
ne oluyor?..
Kendi kanımızı mı yalıyoruz?,
Vatanımızın değerli kaleleri bir bir elimizden mi gidiyor?.
Paraya mı dönüşüyor, bedeni zevklere esir mi düşüyor tüm değerlerimiz?.
Yalamaya devam…
Kan kaybetmeye devam…
”Ama bunun keyfi de bambaşka oluyor canım”…
“Yarın ne olursa olsun, bu gün mutluyuz ya”..,
mı diyoruz?,….
Değerli Dostlar;
geçici zevklerle, günlük keyiflerle, uykuda olduğumuz zamanlarda kaybettiğimiz değerlerimizi, kalelerimizi geri alabilmemiz mümkün olmayacak.
Şimdi her şeyin yolunda gittiğini, karnımızın doyduğunu sanıyoruz.
Peki yarın ne olacak ?.
Kanımız tükendiğinde ne olacak.?
Pusuya yatan vahşilerin sinsi gülüşlerini düşündükçe insanın kanı çekiliyor.
İçimdeki sıkıntıyı, telaşı, korkuyu anlatamıyorum.
Koskoca Türkiye Cumhuriyeti, kanı tükenmiş, güçten düşmüş, bilimden ve bilgiden uzak, mantıklı düşünemez hale mi getirilmek isteniyor acaba? diye korkuyorum.
Evet korkuyorum.!
Pusuda uygun anı bekleyen vahşilerin tek kurşunuyla,
Cumhuriyetimin yok olmasından korkuyorum…
Siz de korkuyor musunuz?
Mehmet Kocair
(*) LABRİS Düşünce Platformu.
Düşünmek;
Öyle sıradan bir iş değildir düşünmek,
“Düşünesim geldi, hadi düşünüverelim biraz”, hiç değil…
Ciddi bir eylem dir, Düşünmek…
Hele, derinlemesine düşünmek…
Düşünmek için önce;
Bilmek gerek,
Bilmek için;
Öğrenmek gerek,
Öğrenmek için;
Okumak gerek, Sormak gerek, Dinlemek gerek,
paylaşmak gerek…
Değerli hocamız Sn. Hamdi Topçuoğlu’nun temellerini attığı,
LABRİS Düşünce Platformu;
Yasal zeminde tüm gereklilikleri yerine getirerek,
Muğla ve ilçelerinde oluşumlarını tamamlamış ve,
Dernek olma statüsüne kavuşmuş bir STK dır.
e hadi, siz de gelin LABRİS’e…,
Gençlerle;
birlikte Düşünelim,
birlikte Paylaşalım,
birlikte Büyüyelim,
Kentimiz için,
Ülkemiz için,
Dünyamız için…






