Köpek Adamlar

Köpek Adamlar
Günümüz insanı ne ister?
Daha çok eşya, daha büyük ev, daha hızlı internet, daha parlak unvan.
Ama ne kaybettiğini fark eder mi?
O, bedeni klimalı plazalarda serinlerken, ruhu çöl güneşinde yanmakta olan bir türdür.
Antik çağda, M.Ö. 4. yüzyılda, bu kaybolmuşluğu ilk fark edenler Kinikler oldu.
Adlarını, Yunanca “kynikos” yani köpek gibi yaşamaktan aldılar.
Ama köpek olmak, onlar için aşağılanacak bir hal değil, övülecek bir duruştu.
Çünkü köpek doğasına uygun yaşar.
Ne sahte konuşur, ne gösteriş yapar.
Ne tapınır, ne tapınacak şey arar.
Kiniklerin kurucusu sayılan Antisthenes, Sokrates’in dizinin dibinden doğrulmuştu.
Ama onun yıldızı, Sinop’tan çıkıp Atina’ya gelen, bir fıçıda yaşayan ve tarihe meydan okuyan Diogenes’le parladı.
Düşünsenize..
Dünyanın en güçlü adamı Büyük İskender, bu köpek gibi yaşayan adama yaklaştı ve şöyle dedi.
“Benden ne dilersen dile.”
Diogenes’in cevabı sadece şu oldu.
“Gölge etme. Başka ihsan istemem.”
Bugün bir plaza katında, patronunun gölgesi altında büzülmüş bir beyaz yakalı, bu cümleyi kaç kez kurabilir?
İçimizde kaç Diogenes kaldı?
Kaçımız sahip olduklarımızdan sıyrılmayı, sadeliği, ar damarıyla yaşamayı erdem sayıyoruz?
Kinikler için felsefe kitap değil, yaşamın kendisiydi.
Kütüphaneye değil, sokağa çıkarlardı. Yazmazlar, gösterirler, vaaz vermezler, örnek olurlardı.
Diogenes fıçısında yaşardı çünkü ev satın almayı, borçlanmayı, tapu peşinde koşmayı gülünç bulurdu.
Oysa bugünün insanı, oturamayacağı kadar büyük koltuklar satın alıyor.
Giyemeyeceği kadar çok kıyafet, çekemeyeceği kadar süs biriktiriyor.
Ve hala mutsuz.
Kinikler yoksullukla övünmezdi ama ihtiyaçsızlıkla özgürleşirlerdi.
Bugün ise tüketim toplumunda ihtiyacımız olmayan şeylere bağımlı hale geldik.
Kendi kendimizin kölesiyiz.
Bir markette unuttuğu kredi kartı yüzünden çıldıran bir insanın yanında, Diogenes, tasını kırıp elleriyle su içen çocuğu görünce gülümseyip “Daha sade yaşamak mümkünmüş” demişti.
Modern insanın dramı şudur.
Tüm ihtiyaçlarını karşılar ama tatmin olamaz.
Kinik filozofun gerçekliği ise şuydu.
Hiçbir şeye sahip olmadan da huzur içinde yaşanabileceğini gösteriyorlardı.
Bugün Diogenes yeniden yaşasa, biz onu ya dilenci sanırız, ya deli.
Üzerine beton dökeriz.
Sözlerini gürültüyle bastırırız.
Oysa o fıçıdan kalkar, şehre bakar ve şöyle derdi.
“Bu kadar çok şeye sahip olup da bu kadar az şeye yetebilmeniz… Ne muazzam bir yoksulluk!”
Kinikler bugünü görseydi, belki de felsefeyi terk ederlerdi.
Çünkü artık felsefe bile lüks tüketim oldu.
Sözler süs, düşünce pazarlık, hayat pazarlama.
Ama belki bir gün…
Yeniden bir sokak filozofu çıkar, bir fıçının içinden seslenir.
“Beni değil, kendinizi bulun.”
Yazarın Son Yazıları
Bir Yorum Yazın
Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum






